1 Temmuz 2016 Cuma

Büyük Budapeşte Oteli | Film Yorumu

Görsel şölen dedikleri bu olmalı!

Bu filmi gerçekten izlemeyi hiç düşünmemiştim. Ama Black'in önerisiyle The Fall adlı bir film izledim ve mest oldum. İnternetten filmin teferruatında saklı bilgileri ararken bir sözlük kullanıcısından ''The Fall'u izlerken tattığım görsel zevki sadece Büyük Budapeşte Oteli'nde tatmıştım.'' yorumunu gördüm ve izlemek istedim. Haklıymış. Detaylar yorumumda.

Filme ait tüm resimler imdb.com'dan alıntıdır.
Orijinal Adı: The Grand Budapest Hotel
Süre: 1 saat 39 dakika
Tür: Macera, Komedi, Suç
Gösterime Giriş Tarihi: 28 Mart 2014 (Amerika)
Yönetmen: Wes Anderson
Yazarlar: Stefan Zweig (notlarından esinlenilmiş), Wes Anderson, Hugo Guinness
Oyuncular: Ralph Fiennes, Adrien Brody, Willem Dafoe, Saoirse Ronan, Edward Norton...
IMDb Puanı: 8,1/10

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasında geçen, kurgusal ülke Zubrowka Cumhuriyeti'ndeki ünlü bir otelde efsane haline gelmiş bir konsiyerj olan Gustave H'nin ve onun en çok güvendiği arkadaşı haline gelecek olan belboy Sıfır Mustafa'nın maceraları olarak konuyu özetleyebiliriz.
IMDb'den kendim çevirdim, anlatım bozukluklarını mazur görün. :D


Bu sefer konu ile ilgili konuşmak istemiyorum. Yani tabii ki konu da olacak ama Batman v Superman'de yaptığım kadar değil. Bu yüzden spoiler konusunda içiniz rahat olsun. Eğer çok önemli bir şey söyleyecek olursam uyarırım zaten.

Film, başlıkta da belirttiğim gibi tam bir görsel şölen. İzlerken diğer filmlerden farkını anlıyorsunuz. Mesela sahnelerden bahsedelim. Normal bir filmde sahnelere elbette dikkat edilir ama ön planda olan sahne düzeni olmadığı için biraz daha günlük hayata benzerler. Bu tür filmlerde ise sahnenin düzenlenişi hemen dikkat çeker. Ne anlatmak istediğimi şöyle açıklayayım: Diyelim yaptığınız bir resmi çekmek istiyorsunuz. Onun çevresine uygun eşyaları dağınık ama ahenkli bir şekilde de koyabilirsiniz; daha düzenli, daha simetrik bir şekilde de koyabilirsiniz. Bana göre film bu gruplardan ikincisine benziyordu. Hemen hemen her sahnede minimalist (yanlışım varsa düzeltin) bir düzenleme vardı. Ben de düzenlik hastası olduğum için (kendi odam dışında) film ayrı bir hoşuma gitti.



Bir de renkler... Ben renkleri sevmem diyordum ama bu filmle anladım ki baya seviyormuşum. Film çok renkliydi ve izlemeye doyamadım diyebilirim. Zaten araştırdığım kadarıyla Wes Anderson'ın tarzı böyleymiş, renkli ve pastel filmler.


Film, oyuncu kadrosu olarak da çok zengindi. Genelde böyle çok fazla ünlü oyuncunun bir araya toplandığı filmler pek güzel olmaz ama burada öyle bir şey söz konusu değil. geekyapar.com sitesinde bir yazı okudum, orada filmin naif olduğu bu yüzden de oyuncuların rollerini basitleştirerek oynadıkları söylenmiş. Doğrusu ben buna fazla dikkat etmemiştim, genelde benim ilgimi arkaplanlar, mekanlar, müzikler, kostümler vb. çeker. Belki de bu yüzden. Ama geekyapar'da da dendiği gibi karakterlerin bir karmaşıklığı yok.

Batman v Superman yorumumu okuduysanız eğer farkına varmışsınızdır ki ben oyuncuların rollerine yakışık yakışmadıklarına da çok dikkat ederim. Bu tabii ki benim üzerime vazife değil ama elden ne gelir, ağzı olan konuşuyor. :D




Filmde en çok dikkat çeken karakter tartışmasız konsiyerj Mösyö Gustave'dı. Ralph Fiennes aynı zamanda Voldemort'u oynamıştı. Bu filmi de izledikten sonra iyi bir oyuncu olduğu kanısına varabilirim bence. Çünkü izlerken gerçekten çok zevk aldım, oynadığı karakter gülümsetti beni. Tepkileri çok doğal geldi.
Aslında herkes iyi rol yapıyordu fakat benim dikkatimi çeken diğer isim Dmitri karakterini oynayan Adrien Brody oldu. Kendisini daha önce Piyanist filminde görmüştüm ve aklımdan hiç geçmezdi Dmitri gibi bir karakteri oynayacağı. Bence kötü karakter olmak ona yakışmıştı. İyi oyuncuların kendilerini kötü rollerde belli ettiklerini düşünüyorum. 
Edward Norton'a da değinmek isterim. Adama her rol yakışıyor. :D Dövüş Kulübü'nde kült olmuştu zaten. Sihirbaz filmindeki halini gördükten sonra ''Tamam artık, başka kimseye sihirbazlık rolü bu kadar yakışmaz.'' dedim. Prestij de sihirbazları konu alan ve hemen hemen aynı tarihlerde geçen bir filmdi ve ben Prestij'i Sihirbaz'dan daha çok sevdiğim halde ne Christian Bale (ki en sevdiğim oyunculardandır) ne de Hugh Jackman bir sihirbaz rolüne bu kadar yakışmıştı. Bu filmde de Norton bir komutanı oynuyor ve anladığım kadarıyla oynadığı karakterin Mösyö Gustave'la bir geçmişi var. Bu paragraf biraz gereksiz oldu, farkındayım fakat Edward Norton'a bir daha değinme fırsatım olmayabilir ve deminki sihirbazlık meselesini blogda yazmasaydım içimde kalırdı. :D




En sevdiğim filmlerde bile ''Şurayı pek beğenmedim.'' dediğim yerler olur ama bu film için aklıma gelmiyor. Sanırım geekyapar'da bahsedildiği gibi karmaşık bir yapısı olmadığı için. Tek bir anlam veremediğim bir yer vardı, o da Agatha'nın doğum lekesi. Böyle detaylara fazla yer verilmez, bir mesaj falan olmalı diye düşünüyor insan.

Az daha müzikleri unutuyordum. :D Müziklerin de basit olduğunu söylüyorlar ama bana tam yerine uygun geldi. Arka fondaki müzikler , neden bilmiyorum, fakat bana bulundukları ortamı çağrıştırdı.



Yorumum ve yorumdan dallanmış görüşlerim burada son buluyor. :D
Yakında görüşmek üzere.

Kaynak: giphy.com

-E. N. Falconson

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder